17 Ağustos İzmitliler için ne kadar kederli bir gün ise 1 Mart da öyle bir gündür. İzmit Körfezini görenler bilir. Dar bir körfezdir, İstanbul Boğazının sanki kardeşi gibi karşı kıyı çok yakındır.Bu dar körfezde Türkiye Denizcilik Tarihinin en büyük deniz faciayasının yaşandığını kimse tahmin etmez. Ama maalesef yaşanmıştır. O yıllarda okullar cumartesi günü yarım gündü ve körfezin karşı kıyısında Gölcük ve Karamürsel'de lise yoktu. Oradaki öğrenciler İzmit'teki liselere devam etmekteydi. Okulların çıkış saatine yakın 12.15 vapuru yolcularının neredeyse tamamı lise öğrencilerini alarak denize açıldı. O saate kadar parçalı bulutlu olan hava bir an da değişti ve fırtına koptu. Ahşap olan vapurun kaptan köşkü uçtu, vapur yan yatarak battı. Yolcuların çok küçük bir kısmı Gölcük Donanma Komutanlığı'nın gemilerince kurtarıldı. Bazı kaynaklar göre 200-300 bazı kaynaklara göre ise 400-500 kişi hayatını kaybetti. Net rakam bilinemiyor, 40 kişi kadar bu faciadan sağ olarak kurtulabildi. Denizin soğuk olması ölü sayısının artmasındaki baş etken. Olayı yaşanyanlardan, adını ve kaynağını bilmediğim bir anıyı paylaşmak istiyorum. Ben okuyunca çok etkilendim. O gün hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyorum.
“Tarih; 1 Mart 1958... Bir cumartesi günü... O yıllarda cumartesi günleri yarım gün ders var. Her bölgede lise yok. Civar bölgelerden çok sayıda öğrenci İzmit merkezdeki okullara geliyor. O gün de yarım gün derslerini yapan öğrenciler, 12.15 vapuruna yetişmek için ne de çok koşuşturmuşlardı. Kimi vapura yetişmiş, güverteye çıkıp yetişemeyen arkadaşlarına adeta nispet yapıyordu. Tabii bu vapurun onları ölüme götürdüğünü asla bilemezlerdi. Ve sonra o büyük facia... Çoğunluğunu liseli öğrenciler ve askerlerin oluşturduğu yüzlerce kişi Üsküdar Vapurunun batması sonucu Körfezin o buz gibi sularında ya donarak, ya da boğularak hayatını kaybetmişti... Aradan yarım asır geçti... O acı dolu günü net olarak hatırlayan kişilerin sayısı da giderek azalıyor. İşte bunlardan biri anlatmaya başlıyor: Tarih; 1 Mart 1958... Günlerden cumartesi. Hava parçalı bulutlu. İzmit Erkek Sanat Enstitüsü, şimdiki adıyla Endüstri Meslek Lisesi’nin bahçesindeyiz. 16 yaşındayım ve orta 3’te okuyorum. Bayrak töreni için bekliyoruz. En az 300 öğrenci okul bahçesinde. Sıralarımız ise ip gibi. Disiplinli ve muntazam. Kürsüde öğretmenimiz, İstiklal Marşı için ses veriyor. Hemen yanında ise okul müdürümüz Remzi Sert... Başlıyoruz İstiklal Marşı’nı okumaya... Ama çok hızlı söylediğimiz için, kötü bir sunum oluyor. Ses veren öğretmen şaşırıyor, o minyon tipli müdürümüz ise cüssesini inkâr edercesine öyle bir bağırıyor ki, yer gök inliyor. Müdürümüzün suratı, kıpkırmızı oluyor, “Bu nasıl İstiklal Marşı söylemek, arkanızdan kovalayan mı var? Kimse dağılmasın, doğru söylemeden, kimseyi bırakmam” diyor ve müdürümüz o an gözümüzde büyüyor.Aslında bizim derdimizi, müdür de bilmiyor. Saat 12.15 te vapur var, ona yetişmek istiyoruz. Okulun yarısına yakını, karşı sahildeki beldelerden geliyor. Kavaklı, Gölcük, Değirmendere, Halıdere, Ulaşlı, Ereğli ve Karamürsel gibi. Öğrenciler bu vapuru kaçırdı mı, 14.30 a kadar beklemesi gerekiyor. Tabii gençler hiç beklemek ister mi? Hafta sonu zaten, bir an evvel, evine gitmek istiyor. Ben İzmit’te, oturuyorum... Değirmendere’de halamın kızı evleniyor, biz de arkadaşlarla sözleşiyoruz. Düğüne beraber gideceğiz vapurla. Müdürümüz, İstiklal Marşı’nı ikinci kez tekrarlatıyor. Düzgün ve usulüne uygun okuyoruz. Tabi, 5 dakika daha geçiyor bu arada. Herkes fısıldaşıyor, yetişmek için var gücümüzle, koşmamız lazım.Müdürümüz Remzi Sert daha sözünü bitirmeden, yani İyi Tatiller demeden, sınıflar kopup gidiyor, bazıları cümle kapısına çoktan varmış bile. Arkadaşlarla grup halinde koşuyoruz. Ben biraz geride kalınca, öndeki arkadaşlar geriye dönüp bağırıyor, Hadi kaçacak vapur! diye. Vapurun neresinde oturacağımızı bile kararlaştırmıştık. Dış kısımda, kenar kanepelerde. denizi seyredecektik. Ama benim koşum, Kapan önündeki, o zamanki Vitamin Büfe önünde sona eriyor. Arkadaşlarım benden 10 adım önde. Hadi diyorlar ama ciğerlerim şişiyor, ayaklarım uyuşuyor. Koşmak istiyorum ama sanki bir güç beni engelliyor. Kilitlenip kalıyorum. Elimi kaldırıp, giden arkadaşlarıma el sallıyorum. Değirmendere’de bekleyin, bir sonraki vapurla yanınızdayım diyorum. Onlar da el sallıyor ama içim bir tuhaf oluyor.Dalgalar vuruyor…Ben aynı zamanda, sınıf basketbol takım kaptanıydım. Beni çok severlerdi, el sallarken bile yüzlerindeki mahzun ifadeyi unutamıyorum. Bana bakışları ise gözümün önünden hiç gitmiyor. Arada 2 saat var, eve gideyim diyorum ama tam Kapanca Sokak’a geldiğimde, bir fırtına başlıyor. Ama öyle bir fırtına ki, tufan gibi. Yerde ne varsa havada, havada ne varsa yerde. Toz toprak, göz gözü görmüyor. Kiremitler havada uçuşuyor. Su deposunun oraya kadar, gözlerimi kapadım ve yürüdüm. Ve denize baktım. Üsküdar Vapuru kalkmıştı. Deniz azmış, dev dalgalar, vapuru havaya kaldırıp kaldırıp suya vuruyor.Bulutları gördüm sonra, o kapkara bulutları. Denizin hemen üzerindeydi. Dua ettim, arkadaşlarım da, umarım vapuru kaçırmıştır dedim. Eve geldim, annem hem şaşırdı, hem de sevindi. Yetişemedin mi oğlum dedi, yetişemedim anne dedim. Neyse, içeriye girdik ve yemeğe oturduk. Dışarıda fırtına devam ediyor. Bir süre sonra kardeşim geldi. Bas bas bağırıyor, talebe vapuru batmış, talebe vapuru batmış diye. Millet Rasathaneye akın etti. Kadının biri hiç unutmuyorum, gitti yavrum diye kendini yerden yere atıyor. Vapurda kazan ateşçisiymiş oğlu.Çarşıya indim. Vapur iskelesinin etrafı ana baba günü. Sandallarla iskeleye çıkarılanlar, kamyon arkasında bacaklarından sallandırılıyor ve devlet hastanesine, kamyon kasasında gönderiliyor. Bir ara baktım, üniformalarından tanıdım. Benim arkadaşlarım da kamyon kasasında cansız yatıyor. Vapura yetişmek için beraber koştuğum arkadaşlarım. O anki duygularımı tarif edemem ama hala hatırlıyorum. Babam da beni Üsküdar Vapurunda biliyor. Gölcük’ten bir vasıta temin edip, iskeleye gelmişler. Arkadaşları ile beni arıyor, cesetlere bakıyor. Beni görünce sarılıp öpüyor. Allahım şükürler olsun diyor. Ben ise aynı şeyi söylüyorum, koştum ama yetişemedim baba.Akşam olmuştu, hava o kadar sakindi ki. Gündüz ki tufan, sanki rüyaydı. Deniz yaramaz çocuk gibi alacağını almış, mahbup ve sütlimandı. Arama çalışmaları denizde ve karada 2 gün boyunca devam etti. Aileler günlerce sahilde bir umutla bekledi. Pazartesi günü okula gittim. Cümle kapıdan girdiğimde, Atatürk Büstünün önündeki topluluk, bana doğru koşmaya başladı. Okul müdürümüz Remzi Sert yanıma geldi, oğlum yüzerek mi çıktın diye sordu. Yetişemediğimi söyledim. Elinde Cumhuriyet Gazetesi, ismimi gösterdi. Ölenlerin içinde benim de adımı yazmışlar. Vapura yetişmek için koştuğumu görmüşler. Müdürümüz, birlikte koştuğum arkadaşlarımı sordu, el salladık birbirimize dedim. Başımı okşadı ve gazetedeki ölenler listesinden ismimi karaladı.İzmit Erkek Sanat Enstitüsü tarihinde, bir kez İstiklal Marşı tekrarı yapıldı. Tarih de 1 Mart 1958. Günlerden Cumartesi, saat 11.55. Bu tekrar, ben ve birçok talebeyi ölümden kurtardı. Her 1 Martta, bunları hatırlarım: Hayat ve tesadüfler. Kader ve alınyazısı. Ve o gün… 1 Mart 1958 Cumartesi günü hayatını kaybeden çok değerli sınıf arkadaşlarıma ve tüm kaybettiklerimize, Allah’tan rahmet diliyorum...”
Balık hafızalı olan bizlere bu yakın tarihimizde yaşanan olayı hatırlatmanız ve paylaşmanız ne kadar duyarlı olduğunuzu gösteriyor bizlere. Kaç ışık sönmüş meğerse, kaç gelecek!
YanıtlaSilYorumunuz için çok teşekkür ederim. Maalesef facialardan sonra harekete geçen bir milletiz. Bu olaydan sonra Gölcük'te bir lise açılmış.Bir lise için onca gencin ölmesini bekleriz. Depremlere önlem almak için 17 bin küsür insanın ölmesini bekleriz. Umarım bundan sonra bir facia olmadan da insan hayatını önemser, önceden alırız önlemlerimizi.
YanıtlaSilsevgili Thalassapolis nerelerdesiniz merak ettim sevgiler...
YanıtlaSilÜzgünüm evimizi taşıdığımız için uzun bir süre yazamadım. Ama döndüm sevgiler...
YanıtlaSil